Çini ve Tarihçesi
Çini, sabırla sınanmanın ürünü olan bir sanattır Bu sanatı öğrenmek ve onda ustalaşmak için gereken onlarca yıl; kişinin kendisiyle de yeniden ve yeniden tanışmasını; çizgilerle, desenlerle, renklerle çıkılmış bir iç yolculukta toprağın sırlarıyla birlikte yaşamınkileri de paylaşmasını sağlar.
Çini, toprağın pişirildikten sonra şekil verilip kap-kacak, tabak, vazo, sürahi vb. eşyalar üretilmesine dayalı bir el sanatıdır. Aynı zamanda geleneksel motifler işlenerek, bir yüzü sırlı şeklide kaplama malzemesi olarak da kullanılmaktadır.
Çini, içi ve dışı veya tek yüzü sırlı, sır altı boyalarıyla dekore edilerek geleneksel motiflerle süslenmiş, mimariye bağlı olarak da gelişen bir sanat türüdür. Çini üretiminde kullanılan malzemelerin gizeminden dolayı, Selçuklu kaynaklarında çininin bir iksir olduğu şeklinde vurgulanmaktadır.
İlk olarak Türkler, Orta Asya’da çini imal etmişlerdir. Orta Asya’da bulunan Kaşan şehri sebebiyle “Kaşi” diye adlandırılan çinilere ilişkin bu şehirde, Turfan, Aşkar ve Koça bölgelerinde yapılan kazılarda bulunan fırın artıkları ve parça çiniler, Türklerin çok eski devirlerde, 8.yüzyıldan önce çiniyi bir sanat dalı olarak ele aldıklarını gösteren verileri barındırmaktadır.
Mimaride kullanılan çiniye 18. yüzyıla kadar “Kaşi”, çini eşyaya (tabak, vazo, kase vb.) de “Evani” (kapkacak) adı verilmiştir. O dönemde Çin’den ithal edilen porselenlerin ün kazanmalarından ötürü, Türk yapısı “Kaşi” ye, kalitesinin yüksekliğini vurgulamak için “Çini” denmeye başlanmıştır.